Anasayfa HABERLER TÜRBAN VE LAİKLİK
TÜRBAN VE LAİKLİK PDF Yazdır e-Posta
Administrator tarafından yazıldı.   
Cuma, 22 Ekim 2010 12:15
Lâiklik, Atatürk ilke ve devrimlerinin en önemlilerinden biridir. Klasik anlamıyla laiklik, din ve devlet işlerinin ayrılması olarak ifade edilmektedir. Laiklik ilkesi ile sağlanmak istenen amaç devlet idaresinin, devlet kurumlarının tüm yurttaşlar arasında dil, din, ırk, sosyal düşünce, felsefi inanç ve benzer nedenlerle ortaya çıkabilecek farklılıkların sosyal barışı ve kamu düzenini bozmasının önüne geçmektir.
 
Lâiklik; Anayasa Mahkemesi kararları ile de yer aldığı üzere; özgürlük ve demokrasi anlayışını, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli kılan bir uygar yaşam biçimidir.

 

Kutsal din duygularının gündelik yaşamın ve siyasal heveslerin bir aracı olmaktan çıkarılmasını sağlayan lâiklik; bu yönüyle dine karşı devleti korumaktan çok devlete karşı dini ve kutsal değerleri korumaktadır. Bu kapsamda da lâikliğin Türkiye’deki yerleşik uygulama ve yansıması hukuka uygunluk, temel haklar ve özgürlükler, düşünce ve ifade özgürlüğü ve hukuk devleti ilkesi ile de iç içedir. Türkiye’deki bu yerleşik uygulama ve yansıma hukuki meşruiyetini; iç hukuk yanında uluslar arası hukuk ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde de tescil ettirmiştir.
 
Türkiye’deki temel tartışma türban özelinde yapılmakta olsa dahi, asıl meselenin ve bir anlamda çatışma yaratan nedeninin lâiklik ilkesi olduğuna şüphe yoktur. Cumhuriyetin ilanından bu yana aydınlanma ve demokratikleşmenin önündeki en büyük engelin, ülkenin ve milletin istikbaline yönelen en büyük tehdidin irticanın günümüzdeki maskesi olan siyasal İslam olduğu su götürmez bir gerçektir. Bu siyasi anlayış sahipleri, Cumhuriyet’in ilanından bu yana zaman zaman azalan ve zaman zaman da çoğalan bir etki ile; sosyal barışın ve kamusal düzenin en yumuşak noktasının lâiklik ilkesi olduğunun farkında olarak örgütlenme eğilimi göstermişler, kimi zaman bu anlayış doğrultusunda terör eliyle sonuç almaya yeltenecek kadar arsızlaşmışlar ve hainleşmişlerdir.
 
Geçmişten bugüne Türkiye’deki tüm acı hatıraların temel ortak noktasının laikliğe yönelik eylemler ve kalkışmalar olduğu bilinmektedir. Menemen, Çorum, Maraş, Sıvas hepsi ama hepsi bir büyük kalkışmanın, bir büyük ihanetin, bir büyük düşmanlığın parçalarıdır. Bu düşmanlık da siyasi, ideolojik, sosyal kaynakları da bulunan ancak temelde hep lâiklik ilkesine karşı olan bir düşmanlıktır ve Cumhuriyet döneminin her bir saniyesi; bu kinle, bu düşmanlıkla aydınlığın, demokrasinin, Cumhuriyetin savaşımı ile geçmiştir. Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nde ülkesi için kanını canını feda edenlere hain yaftası yapıştırmaktır, dinsizlikle suçlamaktır irtica; ülkesi işgal altındayken düşmanın gemisi ile kendi ülkesinden kaçmaktır, genç Kubilay’ın temiz ve masum başını gövdesinden ayırabilecek kadar insanlıktan çıkabilmektir, Çorum’da Maraş’ta mazlumları katledebilecek kadar vahşete sürüklenebilmektir, Sıvas’ta insanları diri diri yakabilmektir.
 
Bugün de Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bizi yanlış yola sevkeden habisler bilesiniz ki din perdesine bürünmüşler, saf ve nezih halkımızı hep "şeriat" sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz.. Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve kötülüklerden gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Halbuki, elhamdülillah hepimiz müslümanız, hepimiz dindarız. Artık bizim dinin icaplarını öğrenmek için şundan, bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur.” sözleri ülkemizin aydınlık geleceğine kasteden düşmanlık ve kin karşısında belki de hiç olmadığı kadar önem arzetmektedir.
Günümüzün kısır ve klasik tartışmalarını bu yönden değerlendirmekte fayda vardır. Tartışmanın haklar ve özgürlükler kapsamı dışında kalan noktasının din ve vicdan özgürlüğüne hizmet etmediği, bizatihi bu tartışmanın tarafı bulunan siyasi anlayış sahiplerince de belirtildiği üzere siyasi simge arayışı olduğu son derece açık ve nettir. Ve bugün tartışılagelen hususun da ülkenin insanlarının hak ve özgürlüklerini temin etmek değil, Cumhuriyet’in kazanımları ile apaçık bir hesaplaşma olduğu açıktır.
 
Bu anlayış sahipleri son derece iyi bilmelidirler ki; bir insanı bir kez aldatabilirsiniz, ihtimal odur ki; milyonlarca insanı da aldatabilirsiniz. Ama herkesi sonsuza dek aldatamazsınız. Cumhuriyetine ve demokrasisine gönülden bağlı kitlelerin bu büyük oyunu görmezden geleceği ve gözleri önünde Cumhuriyetine ve demokrasisine kastedilmesine seyirci kalacağı düşünülmemelidir. Bu büyük bir yanılgıdır.
 
Diğer ibadethaneler yönünden devlet gücünü temsil eden siyasi anlayış etkisi ile ilerleme sağlanamamış olmakla birlikte ülkenin dört bir yanında yüzbinlerce cami milyonlarca insanımıza kapılarını açmaktadır. İmam Hatip ihtiyacına binaen açılmış bulunan okullarımız, her ne kadar genel amacından saptırılmış bulunsa dahi, yüzbinlerce öğrenciye eğitim vermektedir. Ülkenin en büyük üniversitelerinde İlahiyat Fakülteleri açılmıştır. Yasaların denetiminden kaçırılmak suretiyle denetim dışı hale getirilmiş olsalar dahi ülkenin hemen her mahallesinde, her sokağında Kur’an Kursları bulunmaktadır. Kamu hizmetlerinden yararlanmada tam anlamıyla bir eşitlik sağlanamamakla birlikte belirgin düzelmeler yaşanmaktadır. Din ve ibadet özgürlüğü Anayasal güvence altındadır. Kamu hizmeti verenlerin kamu hizmetlerinden yararlananlar karşısında tam bir tarafsızlık içinde hareket etmesini teminen yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu anlamda kamu hizmetinden yararlananlar noktasında da toplumsal mutabakatın sağlandığı, sağlanabildiği ölçüde kamu hizmeti yapanların eşit yakınlıkta ve eşit uzaklıkta olarak işlem ve eylemlerde bulunmalarının önü açılmıştır. Bir hukuk devletinde, bir demokraside bunun ölçüsünü ve sınırlarını belirleyecek olan da Anayasalardır, kanunlardır, uluslararası sözleşmelerdir ve yargı kararlarıdır. Şayet bir hukuk devleti olduğunuz iddiasındaysanız bunun ölçüsünü ve sınırlarını demokratik, medeni ve çağdaş ülkelerde olması gerektiği gibi bu yasal düzenlemeler çizecektir.
 
Ancak tam da beklenen bir çarpıklıkla, hamasetle ve nefretle hareket edecekseniz bu noktada 20 Ekim’de bir açıklama yaparak lâiklik ilkesine vurgu yapan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na ağza alınmayacak hakaretlerle saldıracak kadar alçalabilirsiniz. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açıklamasını şayet klasik türban yandaşlığı-karşıtlığı çizgisinde göreceksek bu noktada toplumsal bir mutabakatın sağlanmasına imkan ve ihtimal yoktur. Açıklama lâiklik ilkesine ilişkindir ve demokratik, lâik bir hukuk devletinde dine dayalı kamusal düzenlemelerin Anayasa, yasalar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve yargı kararları karşısında yapılamayacağının, yapılması halinde de bu durumun lâiklik ikesine açıkça aykırı olacağının altı çizilmiştir. Bu noktada bir hukuk devleti olma iddiasındaki ülkenin siyasi iktidar sahiplerinin ayakta alkışlaması gerektiği ve gayet olağan anlaşılması gerektiği halde demokrasiye ve halk iradesine aykırılık savıyla ağza alınmayacak hakaretlerde bulunmak ve adeta bir had bildirme arayışına girmek, son dönemde ve yıllardır savunduğumuz karanlık süreç hakkında duruşumuzun, kaygı ve endişelerimizin ne kadar doğru olduğunu açıkça göstermektedir.
 
Sorunun hak ve özgürlükler bağlamında toplumsal mutabakat ve karşılıklı diyalog ve anlayış çerçevesinde ele alınması gerekirken; son YÖK ve ÖSYM uygulamaları, bazı ilkokullarımızda dahi artık karşımıza çıkabilen provokatif eylemler karşısında bu mutabakat arayışının, hoşgörünün, ortak payda arayışının aranmadığını, bilakis toplumsal gerginliklerden beslenen siyasi anlayış sahiplerinin plan ve projeleri karşısında açıkça bilinen ve istenen bir sonuca hizmet eder mahiyette yorumlandığı ve bu gerginlik siyasetinin bir mükafatı olarak bunun tüm toplum katmanlarınca kabullenilmesinin sağlanmaya çalışıldığı üzüntüyle görülmektedir. Demokrasilerde dayatma olmaz, demokrasiler hesaplaşma rejimleri de değildir!
 
Ülkesel ve toplumsal sosyal, siyasal ve ekonomik onlarca sorun dururken; siyasi anlayış sahiplerinin ari çıkarlarına, bilinçaltlarına hizmet eden yaklaşımlarına ve şahsi istikbal heveslerine ülkenin çok değerli zamanı ve enerjisi bir kez daha feda edilmektedir. Ülkemiz açısından en büyük sorun da, Anayasal ve demokrasi yolu ile elde edilen bir siyasi iktidarın; hizmet etmek üzere halkın tevcihine mahzar olmakla yetinmeyip, ülkeyi kendi dünya görüş ve algısına göre bir yeniden şekillendirme, geçmişle hesaplaşma ve bu noktada dayatmacı bir anlayışla hareket etme güdüsüyle hareket ederek bir bilinmezliğe, bir kaosa sürüklemesidir. Bu bağlamda; herhangi bir Anayasal kurum ya da kuruluşun Anayasa ve yasalar gereği ile “engellemesi” ile karşılaştığı noktada ise demokrasi zırhına bürünmekte pek becerikli olduğuna ise şüphe yoktur.
 
Elbette bu aldatmaca sonsuza dek sürmeyecektir. Ülkemiz, milletimiz, Cumhuriyet ve demokrasimiz; üzerine geçirilmeye çalışılan deli gömleğini bir kez daha paramparça etmeye muktedirdir.
 
Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu olarak aziz milletimizi ülkemiz üzerinde oynanan oyunlara ve Cumhuriyet ile Cumhuriyetin kazanımları noktasında hassas, duyarlı ve uyanık olmaya davet ediyoruz.
 
                                                                                Merkez Yönetim Kurulu
Son Güncelleme: Cuma, 22 Ekim 2010 12:19