1919 yılında Alman İşçi Partisi kuruldu. 1920 yılı Nisan ayında bu partinin adı Ulusal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nazi) olarak değiştirildi.
Ulusal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Naziler) 1928 Mayıs seçimlerinde 800 bin oy alabildi ve 12 milletvekili çıkardı. Ulusal Sosyalist Alman İşçi Partisi, 1930 Eylül seçimlerinde 6,4 milyon oyla 107 milletvekiline sahip oldu. 1932 Temmuz seçimlerinde ise 13,7 milyon oyla oy oranını yüzde 37,4’e, milletvekili sayısını da 230’a yükseltti. Sosyal Demokratlar 8,0 milyon (yüzde 21,6), Komünistler 5,3 milyon (yüzde 14,4), Katoliklerin denetimindeki Merkez Partisi 4,6 milyon (yüzde 12,5) ve Milliyetçi Parti de 2,2 milyon (yüzde 5,9) oy aldı.
1932 Kasım seçimlerinde Ulusal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin oyları 2 milyon azaldı. Sosyal Demokratların oyları ise 700 bin düşerken, Komünistlerin oyları 700 bin arttı. Milliyetçi Parti’nin oyu da yaklaşık 800 bin yükseldi. 1932 Temmuz seçimlerinde Nazilere oy verenlerin bir bölümü sandıklara gitmedi. Alman işçilerinin önemli bir bölümü de demokratik seçimlerde Nazilere oy verdi.
DEMOKRATİK BİR SEÇİMDİ AMA…
Seçimler demokratikti. Alman işçi sınıfı, 1920’lerde bile dünya işçi sınıfı ve sendikacılık hareketinin en önemli parçalarındandı. Uluslararası sendikal örgütlerin önemli bir bölümünde Almanlar hakimdi ve bu örgütlerin genel merkezleri Almanya’daydı. Alman işçi sınıfı, 13 Mart 1920 tarihindeki gerici Kapp darbesini genel grevle geri püskürtmüştü. Alman sendikalarının ve Sosyal Demokrat Parti’nin “Demir Cephe” adıyla bir yarı-askeri savunma örgütü vardı.
Alman işçi sınıfının ne kadarı, bu birikimine ve gücüne karşın, Naziler içinde yer aldı ve Naziler’e oy verdi?
Nazi Partisi iktidara gelmeden önce işyerlerindeki işçiler üzerinde etki sağlamak amacıyla Ulusal Sosyalist Fabrika ve Büro Hücre Örgütü adıyla bir yapılanma oluşturdu. 1933 öncesinde bu örgütün 170 bin dolayında üyesi bulunuyordu.
Nazi Partisi’nin SA timleri üyelerinin yaklaşık yüzde 55’i mavi yakalı işçilerden oluşuyordu. Naziler özellikle Saksonya bölgesinde işçi sınıfı içinde etkiliydi. Parti üyelerinin yaklaşık yüzde 40’ı mavi yakalı işçiydi. Nazilerin en yüksek oyu aldıkları 1932 Temmuz seçimlerinde, Nazi oylarının da yaklaşık yüzde 40’ının mavi yakalı işçilerden geldiği ve her 4 mavi yakalı işçiden 1’inin Nazilere oy verdiği tahmin edilmektedir. Genel bir kanı, işsizlerin Nazileri desteklediği biçimindedir. Ancak, yapılan araştırmalara göre, işsizlerin yaklaşık yüzde 13’ü Naziler’e oy verdi. İşsizlerin yaklaşık yüzde 25’i Alman Komünist Partisi’ni destekledi.
Naziler bu oy gücüne ulaşınca, Devlet Başkanı Hindenburg, 30 Ocak 1933 tarihinde Almanya başbakanlığına Hitler’i atadı. Diğer bir deyişle, Hitler’in başbakanlığa gelişi dönemin Alman Anayasası’na uygun demokratik bir süreçti; Hitler’i, çoğunluğunu Alman işçi sınıfının oluşturduğu Alman halkı başbakan yaptı. 5 Mart 1933 seçimlerinde seçimlere katılım oranı yüzde 88 gibi yüksek bir düzeydeydi. Naziler 17,3 milyon (yüzde 43,9), Sosyal Demokrat Parti 7,2 milyon (yüzde 18,3), Komünist Partisi 4,8 milyon (yüzde 12,3), Katoliklerin desteklediği Merkez Partisi 4,4 milyon (yüzde 11,7) ve Milliyetçi Parti de 3,1 milyon (yüzde 3,8) oy aldı.
HİTLER VE SENDİKALAR
Hitler’in başbakanlığa atanması sonrasında, Alman Genel Sendikalar Federasyonu (ADGB) Hitler konusunda “tarafsız“ olduğunu ilan etti. ADGB’nin 1921-1933 döneminde genel başkanlığı görevini üstlenen Theodor Leipart, “hangi tür hükümet rejimi olursa olsun toplumsal sorumluluklar yerine getirilmelidir,“ dedi ve 1 Mayıs’ın Naziler tarafından “ulusal emek günü“ olarak kabul edilmesini de memnuniyetle karşıladı. Hıristiyan sendikalar ve işverenlerin denetimindeki sendikalar da yeni hükümetle işbirliği yapmaya hazır olduklarını açıkladılar.
Bu yılların en önemli üç uluslararası sendikal merkezinden biri olan Uluslararası Sendikalar Federasyonu (IFTU) Yönetim Kurulu 16-17 Şubat 1933 günleri yaptığı toplantısında Almanya’daki kritik durumu ele aldı. Toplantıya, Alman Genel Sendikalar Birliği (ADGB) delegasyonu da katılıyordu. Bu toplantıda, Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu (ITF) Almanya’ya mal sevkiyatını durdurmak amacıyla taşımacılık işkolunda bir grev örgütlenmesini önerdi. Alman sendikacıları bu öneriye karşı çıktılar. IFTU Yönetim Kurulu’nun yeni Hitler Hükümeti’ni eleştiren bir karar kabul etmesi istendi. Alman sendikacılar bu öneriye de karşı çıktılar. Hitler Hükümeti’nin tepkisinden çekinen Alman sendikacılar, yabancı yardım önerilerini de geri çevirdi. IFTU Yönetim Kurulu’nun kabul edebildiği tek karar, mümkün olan en yakın tarihte genel konseyin toplantısını düzenlemekti. Bu toplantı 8-11 Nisan 1933 tarihlerinde gerçekleşti. Bu toplantıya, Alman sendikacılardan kimse katılmadı. ADGB, IFTU’dan, Almanya’da yapılan uygulamalarla ilgili olarak hiçbir kararın alınmamasını ve hiçbir bildirinin yayınlanmamasını istedi. ADGB, bazı uluslararası kuruluşların Almanya’ya ilişkin eleştirilerini de “yalan“ olarak nitelendirdi.
ULUAL EMEK GÜNÜ
1933 yılı 1 Mayıs’ı ADGB tarafından Naziler’in istediği biçimde “ulusal emek günü“ olarak kutlandı. Naziler, kendi düzenledikleri 1 Mayıs kutlamalarına Alman sendikalarının (ADGB) da katılmasını istediler. Bu öneri ADGB Yönetim Kurulu’nda değerlendirildi. Bu öneriye karşı çıkan tek kişi, 1922 yılında Sovyet Rusya’dan ayrılıp Almanya’ya gelen ve zaman içinde ADGB İstatistik Bölümü’nün sorumluluğunu üstlenen Wladimir Woytinsky idi. Woytinsky oylamada “hayır” oyu kullandı ve ardından görevinden istifa etti.
Sendikaların bu teslimiyetçi tavrına rağmen, 2 Mayıs 1933 günü Nazi SA ve SS’leri Almanya’daki tüm sendika binalarını işgal ettiler. Alman sendikaları bir direniş göstermeden tamamiyle teslim oldu.
Faşizmin yalnızca askeri darbelerle geldiğini sananlara veya sanmamızı isteyenlere hatırlatılır.
SHAPE
[1] Haupt,G.-Dumont,P., Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hareketler, Gözlem Yay., İstanbul, 1977, s.55.
[2] Harington,T., Tim Harington Looks Back, London, 1941, s.215.
[3] Korniyenko, R.P., The Labor Movement in Turkey (1918-1963), US Dept.of Commerce, Washington,D.C., 1967., s.17.
[4] Criss, N.B., Istanbul Under Allied Occupation, 1918-1923, Brill, Leiden, 1999, s.88-89, 91.
HERKES GÜCÜ KADAR HAK ALIR
“Özgür toplu pazarlık”ın ne olduğu ANAP döneminde ortaya çıktı.
Türkiye’de kamu sektöründe genel ücret düzeyi genellikle zannedildiği gibi, 12 Eylül darbesi sonrasında düşmedi. Esas düşüş, “özgür toplu pazarlık” dönemindedir. Ücretler 1984-1988 döneminde sürekli olarak geriledi. DPT’nin oldukça güvenilir bir araştırmasına göre, Türkiye’de kamu sektöründeki işçilerin net gerçek ücretleri 1981 yılında yüzde 31,8 oranında arttı, 1982 yılında yüzde 14,3 oranında azaldı, 1983 yılında da yüzde 1,1 oranında arttı. Türkiye geneli net gerçek işçi ücreti ise 1981 yılında yüzde 17,5 oranında arttı, 1982 yılında yüzde 19,0 oranında azaldı ve 1983 yılında yüzde 7,0 oranında arttı. “Özgür toplu pazarlık” döneminde ise sürekli düşüş yaşandı. 1981 yılındaki ücret düzeyi 100 kabul edilirse, kamu sektöründeki ücretler 1988 yılında 46’ya düşmüştü.
“Toplu sözleşme” ve “grev” birçok kişi için sihirli sözcüklerdir. Halbuki bu kavramlar ve uygulamalar gerçekte birer araçtan öte bir şey değildir.
Eğer güçlüyseniz, ister toplu görüşme yapın, ister toplu sözleşme; gücünüz kadar hak alırsınız.
Eğer zayıfsanız, ister toplu görüşme yapın, ister toplu sözleşme; yine ancak gücünüz kadar hak alırsınız.
Güç nedir?
Bugün memurların ve sözleşmeli personelin karşısında AKP var. AKP’nin arkasında da başka güçler söz konusu. AKP, elindeki devlet kaynaklarının giderek daha büyük bir bölümünü sermayedar sınıfa, emperyalist güçlere ve kendi yandaşlarına ayırmaya çalışıyor. Memura niçin daha fazla pay versin?
O memur ki, büyük bir iş güvencesine sahip olmasına karşın yarıya yakını hâlâ bir sendikaya üye olmamış.
O memur ki, AKP iktidara geldikten sonra amir zoruyla Memur-Sen’in üye sayısını 42 binden 392 bine çıkarmış.
O memur ki, AKP’ye karşı iş durdurulması kararı alındığında ancak küçük bir bölümü eylem yapıyor.
O memura toplu sözleşme hakkı verseniz, karşınıza hükümet çıktığında, hükümet karşısında bugünkünden farklı biçimde mücadele edeceğini mi zannediyorsunuz?
Herkes gücü kadar hak alır.
MEMURUN GREV HAKKI VAR
Grev hakkına gelince yine bir yanılsama söz konusu.
25 Kasım 2009 günü genel grev yapan Türkiye Kamu-Sen ve KESK’e ve onlara bağlı sendikalara üye olan kamu çalışanlarına karşı bir dava açıldı mı? Hayır. Halbuki Anayasa’nın 54. maddesi genel grevi yasaklıyor. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda da grevi açıkça yasaklayan hükümler var. Diğer bir deyişle, memurların grev hakkı en geniş biçimiyle zaten var; hem hukuken var, hem fiilen var.
Ayrıca, 1984 yılında ilk grevler Dokgemi-İş Sendikası tarafından Desan ve Yıldırım tersanelerinde yapılmıştı. İki grev de başarısız kalmıştı.
1995 kamu kesimi grevlerini de en yoğun bir biçimde yaşayan kişilerden biriyim.
Türkiye tarihinin en büyük grevleri 1995 yılında yapıldı. 8 Eylül’de Tarım-İş Sendikası greve çıkmıştı. Diğer işyerlerinin grevleri 20 Eylül’den itibaren başladı. 13 Ekim’de Haber-İş Sendikası grev kırıcılığı yaptı. Orman-İş Sendikası, bütün baskılara rağmen, grev kırıcılığı yapmadı. 15 Ekim’de Tansu Çiller’in azınlık hükümetinin güvenoyu almasını önleyen Kızılay mitingi gerçekleştirildi. 25 veya 26 Ekim günü yapılan gizli bir toplantıda grevler sona erdirildi; ardından da sanki Başbakan Tansu Çiller’le görüşülüp bitirilmiş gibi kamuoyuna açıkladı. O toplantıda bulunan üç kişiden biri de bendim. Resmi grev belalı bir iştir. Sendika üyesinin tümünü greve çıkarmak ayrı bir derttir; grevi yenilgisiz bitirmek ayrı bir dert. 1995 grevlerinde bazı sendikalar grevlerinin Bakanlar Kurulu tarafından ertelenmesini sağlamak için elinden gelen çabayı gösteriyordu. 1995 kamu kesimi grevleri 10 gün daha sürseydi dağılma noktasındaydı. Halbuki şimdi uygulanan grev hakkı ne güzeldir. Bugün grev yaparsın, yarın işe gidersin, üç gün sonra bir başka direniş örgütlersin.
Memur ve sözleşmeli personelin sorunlarını, zaten var olan toplu sözleşme ve grev haklarının bir de yasalarla ifade edilmesi çözmez.
Sorunun çözüm yeri, karşılıklı güç alanıdır. Emir demiri keser. Zor oyunu bozar. Güçlüyseniz hak alırsınız. Güçlü değilseniz, üyenizi mitinge götüremiyorsanız, üyenizi eyleme katamıyorsanız, hükümete karşı gövde gösterisi yapamıyorsanız, referandumda ya “EVET” için uğraşıyorsanız ya da “HAYIR” deme cesareti gösteremeyip Kürt milliyetçilerinin politikasını uyguluyorsanız, kimse size hak filan vermez.
Yıldırım KOÇ
|