UĞUR MUMCU’YU SAYGIYLA ANIYORUZ! |
Gerçek çoğu zaman mükafatı olmayan bir arayıştır. Gerçeği arayanlar bunun bir mükafatı olmadığını, hatta Türkiye gibi gerçeğin karartıldığı ülkelerde bunun bir bedeli olduğunu bilir ve bu gerçeğe rağmen büyük bir cesaretle yollarına devam ederler.
Türkiye tarihi kanla, canla, özveriler ile, fedakarlıklarla yazılmıştır. Bilimin ve teknolojinin altın çağını bu ülke; kaderine damgasını vuran ve hemen hiçbirinde gerçek katillere ulaşılamadığı ve olayın her yönüyle aydınlatılamadığı suikastlerle, cinayetlerle geçirmiştir. Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Necip Hablemitoğlu ve daha nicesi …
Türkiye üzerinde oynanan oyunları cesaretle kaleme alan, demokratik ve çağdaş bir Türkiye umudunun simgesi, yürekli bir vatansever UĞUR MUMCU’nun demokrasi karşıtı güçler tarafından, karlı bir günde hain bir suikaste, kalleş bir pusuya kurban verdiğimiz tarihtir 24 Ocak.
1993’ten bu yana, tıpkı Uğur Mumcu’dan öncekiler ve yine tıpkı Uğur Mumcu’dan sonrakiler gibi bu kanlı tertip de aydınlatılamamış ve asıl faillere ulaşılamamıştır.
Demokrasiye ve Cumhuriyete gönül vermiş milyonlar için, zaman zaman kamuoyuna iliştirilmiş medya kurumları aracılığı ile pompalanan ve anlık bir umut olmaktan öteye gidemeyen ve aslında cevapları aranan soruların sorulmasının ve hesap sorulmasının önüne geçmeyi hedefleyen birtakım söylemler değerini yitireli çok olmuştur. Uğur Mumcu suikasti de, tıpkı kendisinden öncekiler ve kendisinden sonrakiler gibi bir bilinmezliğin karanlık kuyusuna atılmıştır.
Buna rağmen umudumuz en az ilk günkü kadar canlı, ilk günkü kadar yüksektir. Türkiye’nin aydınlık insanları, karanlığın farkındadır ve Cumhuriyete, demokrasiye, aydınlık Türkiye’ye yürekten inananlar için karanlığın hükmü güneş doğuncaya kadardır!
Bir keskin kalem, bir kırık gözlüktür yürekli yiğitlere hatırası. Yürekli yiğitleri de hatırasına sahiptir, sahip çıkacaktır.
UĞUR MUMCU’yu ve tüm Cumhuriyet ve Demokrasi şehitlerimizi bir kez daha her yıl artan bir özlemle, saygıyla, sevgiyle, minnetle ve rahmetle anıyoruz.
Merkez Yönetim Kurulu
|
|
90 yıl önce yerel özerkliği tahrip edenler |
Emperyalizmin güdümünde ve toprak ağalarının, aşiret reislerinin ve cemaat/tarikat şeyhlerinin önderliğindeki Kürt milliyetçiliğinin demokratik özerklik talebini değerlendirebilmek için 90 yıl önceye gitmekte yarar var.
Anadolu’da oluşmakta olan milli ordu, tam 90 yıl önce, 6-10 Ocak 1921 günleri gerçekleşen Birinci İnönü Savaşı’nda Yunan ordusunun ilerlemesini durdurdu.
Bu günlerde Meclis’te yeni Anayasa ele alınıyordu.
1921 Anayasası 4 ay süren görüşme ve tartışmalardan sonra 20 Ocak 1921 günü 85 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu olarak kabul edildi ve 1-7 Şubat 1337 (1921) tarihli Ceridei Resmiye’de yayımlandı.
Kabul edilen Anayasa’nın 11. maddesinde, vakıflar, medreseler, eğitim, sağlık, ekonomi, tarım, bayındırlık ve sosyal yardım işlerinin düzenlenmesi ve yönetimi, il yönetimlerine devrediliyordu. Madde metni şu şekildeydi:
“Madde 11- Vilâyet mahalli umurda manevi şahsiyeti ve muhtariyeti haizdir. Harici ve dahili siyaset, şer’i adlî ve askeri umur, beynelmilel iktisadî münasebat ve hükûmetin umumi tekâlifi ile menafii birden ziyade vilâyata, şâmil hususat müstesna olmak üzere Büyük Millet Meclisince vaz edilecek kavanin mucibince evkaf, Medaris, Maarif, Sıhhiye, İktisat, Ziraat, Nafia ve Muaveneti içtimaiye işlerinin tanzim ve idaresi vilâyet şûralarının salâhiyeti dahilindedir.”
Bu düzenleme, Kürt milliyetçilerinin bugün talep ettiklerinden daha öte bir özerklik tanıyordu.
Ancak bu anlayış, 1921 Anayasası’nın kabulünden hemen sonra meydana gelen bazı olaylardan sonra tümüyle değişti.
MERKEZİ DEVLETİN ROLÜ
Cumhuriyet ilan edildikten sonra kabul edilen 1924 Anayasası’nda kamu hizmetlerinin görülmesinde merkezi devletin rolü belirleyici kılındı.
Devlet, kamu hizmetlerini halka merkezi devlet veya yerel yönetimler eliyle iki türlü götürebilir.
Birinci yöntemde, merkezi devlet, bakanlıklara bağlı bir yapılanmaya gider ve bakanlığın taşra teşkilatı kurulur. Örneğin, bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlıdır; Milli Eğitim Bakanlığı’nın il ve ilçe düzeyinde örgütlenmesi vardır. Sağlık Bakanlığı da benzer bir yapılanma içindedir. Bu yapılanma, ülkenin değişik bölgelerindeki insanların birbirlerine hizmet götürmelerini sağlayarak, halkın kaynaşmasını gerçekleştirir.
İkinci yöntemde, temel kamu hizmetleri il özel idareleri veya belediyeler tarafından sağlanır.
1921 Anayasasında ikinci yöntem benimsenmişken, 1924 Anayasasında birinci yönteme geçilmiştir.
Niçin?
Birçok neden var; ancak herhalde en önemlisi 1921 yılı Mart ayından itibaren yaşananlardır.
YEREL YÖNETİME GENİŞ YETKİLER
1921 Anayasası 20 Ocak 1921 günü, yerel yönetimlere geniş yetkiler tanıyan bir düzenleme getirdi.
Yunan ordusu, 1921 yılı Şubat ayında yeni bir saldırı planını kabul etti. İngilizler bu saldırı planını onayladı. Yunan ordusu 23 Mart 1921 günü saldırıya başladı.
Yunan ordusunun saldırı kararı aldığı günlerde, İngiliz emperyalistlerinin güdümünde ve ağa-aşiret reisi-şeyh üçlüsünün yönetiminde bulunan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin teşvikiyle 6 Mart 1921 günü Koçgiri ayaklanması başlatıldı.
Koçgiri aşiretinin başında Haydar ve Alişan Beyler vardı. Bu kişiler Kürdistan Teali Cemiyeti’nin etkili üyeleriydi ve kendi yönetimlerindeki bölgelerde bu örgütün şubelerini açmışlardı. Baytar Nuri de Zara ve Divriği’de Kürdistan Teali Cemiyeti’nin şubesini kurmuştu. Baytar Nuri, 1921 yılının başlarında bir tekkede düzenlediği toplantıda, Diyarbakır, Van, Bitlis, Elazığ, Dersim ve Koçgiri’yi içine alacak bir Kürt devletinin kurulmasını gerektiğini savunmuştu. Bu karar sonrasındaki hazırlıkların ardından, Koçhisar, Zara, Suşehri, Kemah ve Divriği yöresinde ayaklanma başlatıldı.
Koçgiri ayaklanmasının hemen ardından da Yunan ordusu saldırısını başlattı.
Yeni oluşmakta olan milli ordu, hem Koçgiri ayaklanmasıyla, hem de Yunan saldırısıyla başetmek zorunda kaldı.
Yunan ordusunun 23 Mart’ta başlayan saldırısı, 1 Nisan 1921 günü geri püskürtüldü. İsmet Bey’in “düşman, binlerce ölüleri ile doldurduğu savaş alanını silahlarımıza bırakmıştır” iletisine Mustafa Kemal Paşa’nın yanıtı, bugün İsmet İnönü’nün lahdinin üzerinde bulunmaktadır: “Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz.” Gerçekten de kurtuluş savaşının en kritik günleri yaşanıyordu.
Koçgiri ayaklanması ise 17 Haziran 1921 tarihinde bastırılabildi.
İstiklal Savaşı, kökeni ve inancı ne olursa olsun, emperyalist güçlere karşı savaşan Türkiye halkı tarafından gerçekleştirildi.
Emperyalist güçler, millici güçleri yenebilmek için irticayı ve etnik kimliği kullanmaya çalıştı. Milli güçlere karşı tahrik ve teşvik edilen ayaklanmalar, ya irtica, ya da etnik temelliydi.
Cumhuriyet yönetimi ise, emperyalist güçlerin bu tahrik ve teşviklerine kananları cezalandırdı.
1921 Anayasasında yerel yönetimlere verilen çok geniş yetkilerin 1924 Anayasasında kaldırılmış olmasının arkasında, milli ordunun oluşum sürecinde, Yunan saldırısı öncesinde İngilizlerin tahrik ve teşvikiyle ayaklanan Koçgiri aşiretinin hiç suçu yok mu?
Yıldırım KOÇ
|
Ankara’da eğitim uçuşu yapan askeri helikopterin düşmesi sonucu şehit olan 5 subayımıza rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyoruz.
Kıvırcık Ali olarak bilinen Türk Halk Müziği sanatçısı Ali ÖZTEMİZ, Çatalca’da geçirdiği trafik kazasıyla hayatını kaybetmiştir. Sevenlerine başsağlığı merhuma rahmet diliyoruz.
Trabzon Vakfıkebir ilçesinde meydana gelen trafik kazasında ölen 5 tekvandocunun yakınlarına ve spor camiasına başsağlığı diliyoruz.
|
AKP ‘NİN İLERİ DEMOKRASİ ANLAYIŞI:TEHDİT, DAYAK, COP, GAZ! |
Tarihi Otağ-ı Hümayun’un 12 Eylül döneminde işkence yeri olarak kullanıldığını dile getirmekten ve bu nedenle müze olarak kullanılmasını demokratik bir hak ve talep olarak ifade etmekten başkaca bir davranış sergilemeyen, aralarında DİSK Başkanı Süleyman ÇELEBİ’ nin de bulunduğu gruba polisin son derece orantısız ve keyfi müdahalesi kamuoyunun malumudur. Sayıları yüzleri bulan polisin, sayıları ancak 40 ila 60 arasında olan gruba yönelik müdahalesi son derece sert ve şiddetli olmuş; grupta bulunanlara hiçbir gereği ve ortada herhangi bir şekilde kamu düzenini tehdit eden bir durum yokken cop ve kalkanlarla müdahale edilmiştir.
Geçtiğimiz hafta yaşanan ve Manisa Celal Bayar Üniversitesi Rektörü’nün basına da yansıyan ve öğrencilere yönelik tehditkâr tavrı ile birlikte değerlendirildiğinde; son dönemde yaşanan bu gelişmeler ülkemizin geleceği noktasında bizleri derinden kaygılandırmaktadır.
Yumurta atan öğrencilere yönelik illegal örgüt suçlaması, üniversite öğrencilerine yönelik olarak artan baskı ve tehditler, dahası bu baskı ve tehditlerin bizatihi akademisyenlerden ve en üst düzeyden dillendirilmeye başlanması, polisin halkı korumak yerine siyasi iktidara tam anlamıyla angaje olarak siyasi iktidarın politikalarını ve temsilcilerini en masum protesto gösterilerinden dahi korumayı ve kollamayı bir görev ve vazife saymaya başlaması karşısında içerisinde bulunduğumuz koşullar karşısında geleceğe yönelik kaygı ve endişelerimiz katlanarak artmaktadır.
Elbette yaşanan bu gelişmeler ülkemizin siyasi iktidarınca haftanın 7 günü dillendirilen bir ileri demokrasinin habercisi değildir. Kendi halkına karşı dahi en ufak bir tahammül göstermekten yoksun, en masum protesto gösterisini dahi illegal örgütlerin gerçekleştirdiği bir terör eylemi olarak değerlendirmekle gerçek demokrasi algısını tüm ülkeye defalarca kez kanıtlayan siyasi iktidarın ülkeyi sürüklediği noktanın demokrasi olmadığı açıktır.
AKP iktidarının muhaliflere yönelik baskı ve yok etme uygulamaları Cumhuriyet tarihinin en acımasız sivil yönetimi olduğunu her geçen gün gözler önüne sermektedir.
Kültür Sanat-İş Sendikası olarak; siyasi iktidarın ileri demokrasi anlayışının tehdit, cop, gaz ve dayak olduğunu değerlendiriyor, DİSK’e ve Başkanına yapılan polis saldırısını kınıyor, siyasi iktidarı şiddet olaylarını desteklemekten vazgeçmeye ve demokrasiyi sindirmeye davet ediyoruz.
Kültür Sanat-İş Sendikası Yönetim Kurulu
|
|
|
|
<< Başlat < Önceki 1 2 3 4 5 6 Sonraki > Son >>
|
JPAGE_CURRENT_OF_TOTAL |